" Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum." Maria Puder - Kürk Mantolu Madonna
İlk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten
kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül
rahatıyla öteye geçiveriyoruz?
Kendimi bildim bileli bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime
itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer
insanlardan kaçmıştım.
Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın
sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok,
daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek
yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu
düşünerek, onu bekleyerek yaşamak...
Müthiş bir can sıkıntısına ve melankoliye düşmemek için ne kadar
gayret gösterdiğimi görmüyor musun? Farz et ki biz, biz değiliz. Burayı
dolduran bir sürü insandan biriyiz. Zaten onların da bakalım hepsi göründükleri
gibi mi?, İstemiyorum. Kendimi herkesin akıllısı veya duygulusu yerine koymak
istemiyorum. İç gül!
Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her
zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz
kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız?
Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile
bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul
edemedim. Niçin böyleyim, niçin diğer kadınların farkına bile varmadıkları bir nokta
bana bu kadar ehemmiyetli görünüyor?
“Halbuki
konuşmaya ne kadar muhtacım. Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri
mezara kapanmaktan başka nedir?”
“Bir
kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir
şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden,
bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak ne
acı bir şey.”
“Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir.” ... "Dünyada şimdi onunla yan yana bulunmamamız kadar mantıksız ve lüzumsuz ne vardır acaba?"... Bir teklif ve bir kabul... Kısa münakaşasız ve hesapsız! Bundan daha güzel bir ayrılık olamazdı ...“Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?”
Pek alelade hiç bir hususiyeti olmayan, her
gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi.
Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir
cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi
kendimize sorarız: "Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne
buluyorlar? Hangi mantık hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes
almalarını emrediyor?" Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına
bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de
işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine
göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu alemin tezahürlerini
dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en
basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul alemi merak etsek, belki hiç
ummadığımız şeyler görmemiz beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün
olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri
araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir
kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç
bilinmeyen bir kuyuya inme cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha
kolaydır.
Kürk
Mantolu Madonna
Başkasına merhamet etmek, ondan
daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimiz bu kadar büyük, ne de başkalarını
bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur. Maria Puder
Bütün basit insanlarda olduğu gibi, kederden sevince, heyecandan sükunete
geçiyor ve bütün kadınlar gibi her şeyi çabucak unutuyordu...
Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda
aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim.
Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını
hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana duyduğum
bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün
insanlığın timsaliydi.”
"İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."
"İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."
"Kız
arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi kabul etmeyi, zevklerine ve
rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir "oyuncak" olmak, onlara
"insan" olmaktan daha cazip geliyordu". Maria Puder
Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen
hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? Raif Efendi
Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek
duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve
ceplerini araştıran, nihayet ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek
istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibiyim.
"... insan, bilhassa kadın ve erkek münasebetleri o kadar
karmakarışık ve arzularımız, hislerimiz o kadar anlaşılmaz ve bulanık ki, hiç
kimse ne yaptığını bilmiyor ve akıntıya kapılıp gidiyor. Ben bunu istemiyorum.
Beni yüzde yüz doyurmayan, bana tam manasıyla lüzumlu görünmeyen şeyleri
yapmak, beni kendi gözlerimde küçültüyor. Bilhassa tahammül edemediğim bir şey,
kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin
daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve
siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim
reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan
ettim, bunu asla kabul edemedim. Niçin böyleyim, niçin diğer kadınların farkına
bile varmadıkları bir nokta bana bu kadar ehemmiyetli görünüyor? Bunun üzerinde
çok düşündüm. Acaba bende anormal bir taraf mı var? dedim. Hayır, bilakis belki
diğer kadınlardan daha normal olduğum için böyle düşünüyorum. Çünkü hayatım,
sırf bir tesadüf eseri olarak, diğer kadınları mukadderatlarını tabi görmeye
alıştıran tesirlerden uzak geçti. Babam, ben daha küçükken öldü. Evde annemle
ikimiz kaldık. Annem, tabi olmaya, itaat etmeye alışmış olan kadınlığın adeta
bir timsaliydi. Hayatta yalnız yürümek itiyadını kaybetmiş, daha doğrusu bu
itiyadı asla kazanmamıştı. Yedi yaşında olduğum halde onu ben idare etmeye
başladım. Ona ben metanet tavsiye ettim, akıl öğrettim, destek oldum. Böylece
erkek tahakkümü görmeden, yani tabii olarak büyüdüm. Mektepte kız
arkadaşlarımın miskinliği, emelleri beni daime tiksindirdi. Hiçbir şeyi,
kendimi erkeklere beğendirmek için öğrenmedim. Hiçbir zaman erkeklerin önünde
kızarmadım ve onlardan bir iltifat beklemedim. Bu hal beni müthiş bir
yalnızlığa mahkum etti. Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi
kabul etmeyi zevklerine ve rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir oyuncak
olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Erkeklerle de
arkadaş olamadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca müsavi
kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek
azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahluk bu
kadar kolay muvaffakiyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk bir erkek kadar
hodbin, kendini beğenmiş ve kibirli, fakat aynı zamanda korkak ve rahatına
düşkün değildir. Bir kere bunları farkettikten sonra erkekleri sahiden
sevebilmem imkansızdı. En hoşuma giden ve birçok hususlarda bana yakın olan
adamların bile, küçük vesilelerle, bu kurt dişlerini gösterdiklerini; her
ikimize aynı derecede zevk veren beraberliklerden sonra, özür dilemeye, himaye
etmeye çalışan, fakat aynı zamanda herhangi bir şekilde muzaffer olduğunu
zanneden ahmakça bakışlarla yanıma sokulduklarını gördüm. Halbuki acınacak
halde olan, zavallılıkları meydana çıkan onlardı. Hiçbir kadın, ihtiras
halindeki bir erkek kadar aciz ve gülünç olamaz. Buna rağmen bu hallerini bir
kuvvet tezahürü zannedecek kadar yersiz bir gururları vardır... Aman Yarabbi,
insan deli olur!... Kendimde hiçbir gayri tabi temayül bulunmadığını bildiğim
halde, bir kadına aşık olmayı tercih ederim…"
“Dünyada
sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum, biliyor
musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler
istedikleri için. Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline
gelmesi şart değil. Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini
kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne
kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak
lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı
görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı,
bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz
sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek. Biz isteyemeyiz,
kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan
tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?”
Başını birden bana
çevirerek:
"Neden bana bu kadar
dikkatli bakıyorsunuz?" dedi. Bu sual aynı zamanda benim kafamda da
canlandı: Nasıl oluyordu da, hiç çekinmeden, bir kadına belki ilk defa olarak
bu kadar dikkatli baktığımı aklıma getirmeden, onu uzun uzadıya seyrediyordum?
Ve nasıl oluyordu da hala, o bu suali sorduktan ve gözlerini bana çevirdikten
sonra bile, cesaretimi kaybetmeden ona bakmakta devam ediyordum. Beni de
hayrete düşüren bir cesaretle "İstemiyor musunuz?" dedim.
"Hayır ondan değil, sordum işte... Belki
istiyorum da onun için sordum."
“Bütün çekingenliklerim yok olmuştu. Bu
kadının karşısında her şeyimi ortaya dökmek, bütün iyi ve fena, kuvvetli ve
zayıf taraflarımla, en küçük bir noktayı bile saklamadan, çırçıplak ruhumu onun
önüne sermek için sabırsızlanıyordum. Ona söyleyecek ne kadar çok şeylerim
vardı…Bunların, bütün ömrümce konuşsam bitmeyeceğini sanıyordum. Çünkü bütün
ömrümce susmuş, zihnimden geçen her şey için: ‘Bu beni anlamaz!’ demişsem, bu
sefer bu kadın için, gene hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse
tabi olarak: ‘İşte bu beni anlar!’ diyordum…”
"Artık benim için eskisinden beter bir
hayat başlayacak. Gene makine gibi akşam üzerleri alışveriş edeceğim. Kim ve ne
olduklarını merak etmediğim insanlarla görüşüp onların sözlerini dinleyeceğim.
Hayatımın başka türlü olmasına imkan var mıydı? Zannetmem. Tesadüf seni önüme
çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz yaşayıp gidecektim.
Sen bana dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu benim bir de ruhum
bulunduğunu öğrettin."
Bazen aramızda aşk
meselelerinden bahsettiğimiz olurdu. Onun bu mevzuu ne kadar lakayt, ne kadar
kendinden uzak bir şeymiş gibi incelediğini gördükçe içimde garip bir ezilme
duyardım. Evet, her şeye razı olmuş, onun bütün şartlarını kabul etmiştim.
Fakat buna rağmen bazen sözü maharetle kendimize nakleder, dostluğumuzu tahlile
kalkardım. Benim fikrimce aşk diye ayrı, mücerret bir mefhum yoktu. insanlar
arasında çeşit çeşit kendini gösteren bütün sevgiler, sempatiler bir nevi
aşktı. Yalnız yerine göre isim ve şekil değiştiriyorlardı. Kadınla erkek
arasındaki sevgiye hakiki ismini vermemek bir nevi kendimizi aldatmaktan başka
bir şey değildi.
O zaman Maria şahadet
parmağını sallayarak gülüyor:
“Hayır dostum, hayır!”
diyordu. “Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati veya bazen derin olabilen
sevgi değildir. O, büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir
ki, nereden geldiğini bilemediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini
de bilemeyiz. Halbuki arkadaşlık devamlıdır ve anlaşmaya bağlıdır. Nasıl
başladığını gösterebilir ve bozulursa bunun sebeplerini tahlil edebiliriz. Aşka
girmeyen şey ise tahlildir. Sonra düşünün, dünyada hepimizin hoşlandığımız
birçok kimseler, mesela benim hakikaten sevdiğim birçok dostlarım vardır.
(Muhterem Beyefendinin bunların en başında geldiğini söyleyebilirim.) Şimdi ben
bütün bu insanlara aşık mıyım?”
Ben fikrimde ısrar
ederek:
“Evet,” demiştim, “en çok
sevdiğinize hakikaten ve diğerlerine birer parça aşıksınız!”
Maria hiç beklemediğim
bir cevap vermişti:
“Şu halde niçin beni
kıskanmadığınızı söylüyordunuz?”
Söyleyecek bir şey
bulamayarak bir müddet düşündüm, sonra izah etmeye çalıştım:
“İçinde hakikaten sevmek
kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez
ve kimseden de böyle yapmasını bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl
sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça
azalan bir şey değildir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder