2 Şubat 2016 Salı

Kardeşimin Hikayesi, ZÜLFÜ LİVANELİ

Birine âşık olmak, bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümek demektir. Başına neler geleceğini hiçbir zaman bilemezsin. Sonu ölüm de olabilir, cinayet de, intihar da…
Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.
Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadeniz’in lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.
Zenginlik insana ait bir özellik değil diyorum. Para insanın doğal bir parçası değil; kaybolabilir, çalınabilir, soyut bir kavram bir takım sıfırlar… Zaten hayatta anlamlı olan değerler parayla sahip olunamayanlar. Kitap, çalışacak insan, eşya alabilirsin; ama bunlar bilginin, dostluğun, paylaşma duygusunun yerini tutamaz…
Aşk dendiğinde küçülüyordu her şey. O zaman gerçek aşka ne ad verdiğimi sordu. ‘Karasevda’ dedim.
Karasevda, gözleri bağlı olarak bir uçurumun kıyısında yürümek değil miydi? Birine sevdalanmak, donmuş bir golde, nerede ve ne zaman kırılacağını bilmene imkân olmayan ince buzlar üzerinde yürümek anlamına gelmiyor muydu?
nsan her şeyi unutarak yasayabilirdi ama her şeyi hatırlayarak yasayamazdı.
Hani insan her şeyi unutarak yaşayabilirdi ama her şeyi hatırlayarak yaşayamazdı. Hani unutmak, insan soyunun en büyük şifasıydı. ”
Aşk denen şey bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar biriyle birlikte; bir başkasıyla ölümcül yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele çevirir; dördüncüyü atar alevlerin içine. Birini yaralar; öldürür ötekini. Aynı anda çakıp sönen bir şimşeğe benzer. Geceleyin saklar şafakta zapt edilecek olan kaleyi. Çünkü dayanacak güç yoktur karşısında.
Hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: Unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan hayatını sürdüremez.
Birine sevdalanmak, donmuş bir gölde, nerede ve ne zaman kırılacağını bilmene imkân olmayan ince buzlar üzerinde yürümek anlamına gelmiyor muydu?
Sustum, o da sustu. Göz göze bakışıp da önce kimin dayanamayıp gözlerini kaçıracağını sınayan oyunlara benzer biçimde, kimin sessizliği bozacağı üzerine bir iddiaya girmiş gibiydik. Ama bilmediği şey, benim bu oyunu sonsuza kadar sürdürebilecek olmamdı. Son nefesime kadar bir mumya gibi bekleyebilirdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder